Şehadet tarihi: 1 Mart 1977
Giresun’un Tirebolu ilçesinde doğdu. İş sebebiyle İstanbul’a taşınmıştı. İstanbul-Zeytinburnu, Veliefendi mahallesinde oturuyor, Çapa da bulunan Adana Öğrenci Yurdu’nda işçi olarak çalışıyordu. Olay günü, komünist militanlar tarafından, Adana Öğrenci Yurdu’na yapılan bombalı ve silahlı baskın sırasında, bulunduğu odaya atılan bombanın infilakı neticesi, parçalanarak şehit oldu.
Bombalı silahlı bu baskını yapanların, yazar Demirtaş Ceyhun’un sosyalist, komünist oğlu Ozan Ceyhun ve ekibi olduğu öğrenildi. Ozan Ceyhun bu olaydan dolayı yurt dışına kaçtı.
Cihad Manga’dan ek bilgi: Rahmetli Mustafa Erol Adana öğrenci yurdunda kalan arkadaşımızdı. Öğrenimine Fatih Ticaret Lisesi akşam bölümünde devam ediyordu. Gündüzleri ise yurdun karşısında bulunan kahvehanede ocakçılık yapıyordu.
BİR ŞEHİDİN ÖYKÜSÜ
Yaşatmak İçin Can Veren Bir Kahraman; MUSTAFA EROL
………… Fatih minibüslerini bulmakta zorlanmadım. Harita üzerinde defalarca çalışmış bir anlamda İstanbul’u semt semt okumuştum. Yön tabelalarında ki mahalle ve cadde isimleri bana hiç yabancı gelmiyordu. Arabada arabeskin karamsarlık kokan şarkılarını isteksizce dinliyorum. Şoföre parayı uzatarak seslendim:
-Malta durağında ineceğim. Gelince haber verirmisiniz!..
-Tabiî ki haber veririz kardeş.
Şoförün şöyle bir geriye göz atıp verdiği bu müstehzi cevap ile biraz tedirgin oldum. “Yabancı olduğumu anladılar mı acaba” diye düşünerek yolcuları meraklı gözlerle inceliyordum. Ancak herkes kendi havasında…
Fevzipaşa caddesi, Malta… Durak da inmiş yön tesbiti yapmaya çalışıyordum. Tarifini defalarca aldığım için kimseye sormadan adresi bulacağımdan eminim. Hem sıkı sıkı tenbih etmemişlermiydi “akdeniz caddesi, sakın kimseye sorma. Camiyi arkana al aşağı vatan caddesine doğru yürü, sağdan üçüncü sokak ve ikinci bina. Nöbetçileri görürsün.”
Şemsettin Sami sokağının girişi büyük su bidonları ile araç girişine engellenmişti. Kapıda ki görevlilerden birisi tanıdık çıkınca, sorgu sualsiz yurda girdik. Erzurum Belediyesinin satın alıp talebelere tahsis ettiği eski bir bina. Bomba ve diğer silahlı saldırılara yoğun olarak maruz kaldığı her halinden belli oluyor. Artık değiştirmek bıkkınlık verdiği için, kırık camların yerine naylon çekilmiş.
Dış duvarda bir eleğin ki kadar çok delikler var. Kurşun ve şarapnel parçalarının açtığı bu çukurlar, bir usta sanatkarın hünerli işlemeleri gibi duruyor. Güvenlik amacıyla özel surette hazırlanmış ard arda iki demir kapıyı geçtikten sonra, küçük bir sofa çıkıyor önümüze. Müdüriyet yazan bir tabelanın altında ki kapıdan odaya giriyoruz. Yerler eskimiş üçüncü kalite tahta parke. Bir masa, üzerinde açık yeşil renkte bir telefon cihazı. İki üç sandelye. Odanın bütün mefruşatı bu. Makam boş. Hoş geldin törenlerinden sonra odamı gösteriyorlar. Ön cephede ki yüksek risk taşıyan bu oda iki kişiye daha ev sahipliği yapmakta. Yol yorgunluğu bedenimi kemiriyor. Yatağa uzanıp kendimi derin bir uykunun kollarına bırakıyorum.
İşte O Tablo – Mustafa Erol
Aradan bir koca yıl geçmişti. Bir akşam yurda geldiğimde sobanın başında ısınırken buldum arkadaşları. 1977 senesinin 1 mart’ı… O vakitler telefon idaresine şehirler arası kayıt yaptırır ve akabinde bir saat kadar bekledikten sonra ancak Erzurum’la veya başka bir vilayetle görüşebilirdik. Benim sıram gelmiş müdüriyet odasında Erzurum teşkilat sorumlusuyla telefonda konuşuyorum. Birden ortalık karardı. Önce kulakları sağır edecek kadar güçlü, müthiş bir ses ve ardından yoğun silah atışları ve kafamızdan aşağı yağan beton parçaları.
Derhal kendimi yere attım. Mahalli hocalardan ancak o kadar ders alabilmiştik. Yere yat sonra silahını ateşle. Bu formülü uygulamak için kendimi tahta parkelerin üzerine atmıştım. Ancak üzerime bir sürü insan yığıldığı için silahımı bile çekemiyordum. Yerlerin yeni ziftlendiğini görüncede baskının şiddetini aratan bir hava çöktü üstüme. Tek kıyafetim var ve onlarda şimdi simsiyahtı. Başımızdan beton yağdıran bombaya mı yanayım yoksa yeni aldığım kot pantolona mı?..
O ara elimden düşerek boşta kalan telefon ahizesi masadan aşağı sallanıyor ve telefondaki ses:
– Alo, alo… diyerek feryat ediyordu.
Sesler kesildi. Telefonun öbür ucunda ki arkadaşa kısa bir izahat verdikten sonra uzaktan gelen diğer bir patlama sesinin kaynağını araştırmaya başladık. Bizde can kaybı yoktu. Ufak tefek yaralar ki; onlar da beton parçalarının düşmesi ve yüksek sesin kulaklarda oluşturduğu hafif hasarlardı. Çatıda ki nöbetçi arkadaşlar baskına anında karşılık vermişler ve kısa bir çatışmadan sonra silahlar susmuştu.
Ancak o hengamede dehşetli bir patlama daha işitmiştik. Telefonlarımız susmuyor. Bölgede ki diğer ekiplerimiz bize yardıma koşarken ikinci patlamanın, sadece üç kilometre mesafede olan Fındıkzade’de ki Adana yurdunda meydana geldiğini haber alıyoruz. Çay demliklerine sıkıştırdıkları el yapımı iki adet patlayıcıdan birini bize, diğerini de Adana yurduna atmışlardı.
Biz saldırıyı hafif atlattık ama Adana yurdunda bir arkadaşımız şehit olmuştu. Mustafa Erol…
Ertesi gün müthiş bir tipi ve yoğun kar yağışı altında kaldırdık onun mübarek cenazesini. O hafızalara kazınan karlar içerisinde ki “unutmak tükenmektir” ilkesini her zaman yüzümüze çarpan muhteşem tablo… Mustafa Erol…
Yusuf Ziya ARPACIK